TCK. 299. Maddenin İptali İçin Yapılan Başvurunun Reddine Dair Anayasa Mahkemesi Kararı Bilgi Notu
“Cumhurbaşkanına Hakaret” suçundan cezalandırılmaları talebiyle açılan davalarda, itiraz konusu kuralın Anayasa’ya aykırı olduğu kanısına varan Karşıyaka 7. Asliye Ceza Mahkemesi ve İstanbul 43. Asliye Ceza Mahkemesi 26.09.2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 299. maddesinin, Anayasa’nın 2., 10. ve 39. maddelerine aykırılığını ileri sürülerek iptaline karar verilmesi talebiyle Anayasa Mahkemesine başvurmuşlardır. Kanun’un itiraz konusu maddesi şöyledir:
“Cumhurbaşkanına hakaret
Madde 299- (1) Cumhurbaşkanına hakaret eden kişi, bir yıldan dört yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
(2) (Değişik: 29/6/2005 – 5377/35 md.) Suçun alenen işlenmesi hâlinde, verilecek ceza altıda biri oranında artırılır.
(3) Bu suçtan dolayı kovuşturma yapılması, Adalet Bakanının iznine bağlıdır.”
İtiraz gerekçelerinde özetle; Cumhurbaşkanına hakaret suçu için öngörülen cezanın, genel olarak düzenlenen ve kamu görevlilerine karşı işlenen hakaret suçlarından farklı düzenlenip daha yüksek cezaların öngörüldüğü, Anayasa’nın 101. ve 102. maddelerinde yapılan değişikliklerle birlikte Cumhurbaşkanının siyasi bir kişilik haline gelmesinin kaçınılmaz olduğu, Cumhurbaşkanının TCK’nın 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (c) bendinde tanımlandığı biçimde “kamusal faaliyetin yürütülmesine seçilme yoluyla süreli katılan” en üst düzeyde kamu görevlisi olduğu dikkate alındığında, tüm kamu görevlilerine yönelik hakaret suçları bakımından tek yasal düzenleme olması gerekirken farklı düzenleme yapılmasının eşitlik ilkesini ihlal ettiği, kuralda hakaret suçuna ilişkin genel ilkelerin uygulanıp uygulanmayacağının belirlilik içermediği, hukuk devletinde hiçbir makama özel bir suç tipi oluşturulamayacağı, devlet başkanlarına özel himaye sağlayan yasaların varlığının Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin ihlali niteliği taşıdığı, Cumhurbaşkanına hakaret suçu bakımından Anayasa’da istisnasız olarak düzenlenen “ispat hakkı”nın düzenlenmemiş olduğu belirtilerek kuralın, Anayasa’nın 2., 10. ve 39. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.
Anayasa’ya aykırılık sorununun Anayasa Mahkemesi tarafından incelenmesi neticesinde, Anayasa Mahkemesi'nin 14.12.2016 tarihli 2016 / 25 e. ve 2016 / 186 K. sayılı kararından özetle;
Ceza hukukunun, toplumun kültür ve uygarlık düzeyi, sosyal ve ekonomik yaşantısıyla ilgili bulunması nedeniyle suç ve suçlulukla mücadele amacıyla ceza ve ceza muhakemesi alanında sistem tercihinde bulunulması devletin ceza siyaseti ile ilgili olduğu, bu bağlamda ceza hukukuna ilişkin düzenlemeler bakımından kanun koyucu Anayasa'ya bağlı kalmak koşuluyla, soruşturma ve yargılamaya ilişkin olarak hangi yöntemlerin uygulanacağı, toplumda belli eylemlerin suç sayılıp sayılmayacağı, suç sayıldıkları takdirde hangi çeşit ve ölçülerdeki ceza yaptırımlarıyla karşılanmaları gerektiği, hangi hâl ve hareketlerin ağırlaştırıcı ya da hafifletici öğe olarak kabul edileceği gibi konularda takdir yetkisine sahip olmakla birlikte, bu yetkisini kullanırken suç ve ceza arasındaki adil dengenin korunmasını da dikkate almak zorunda olduğu, suç ve ceza arasında adalete uygun bir oranın bulunup bulunmadığının saptanmasında ceza miktarlarının kıyaslanması değil, o suçun toplumda yarattığı infial ve etki, kişiler üzerinde oluşturduğu tehlike, zarar görenin kişiliği ile ona verilen zararın azlığı veya çokluğu, işlenme oranındaki azalma veya artış gibi faktörlerin de dikkate alınması gerektiği, Anayasa'nın 10. maddesinde öngörülen “kanun önünde eşitlik” ilkesinin amacının, aynı durumda bulunan kişilerin kanunlar karşısında aynı işleme bağlı tutulmalarını sağlamak olduğu, herkesin her yönden aynı kurallara bağlı tutulacağı anlamına gelmediği ve bu yönüyle aynı hukuksal durumların aynı, ayrı hukuksal durumların ise farklı kurallara bağlı tutulabileceği, bu durumun Anayasa'da öngörülen eşitlik ilkesi zedelemeyeceği, Cumhurbaşkanının Devletin başı sıfatıyla Türkiye Cumhuriyetini ve Türk Milletinin birliğini temsil etmesi, Anayasa’da belirtilen görev ve yetkileri ile temsil ettiği değerler göz önüne alındığında, Cumhurbaşkanına karşı gerçekleştirilen hakaret suçunun sadece kendi kişiliğine karşı olmayıp Cumhurbaşkanının temsil ettiği değer ve fonksiyonları da ihlal etmiş olacağı, bu nedenle onun kişiliğine yöneltilen eylemin aynı zamanda Devlete karşı gerçekleştirilen suçlardan sayılması gerektiğinden hareketle, her ne kadar Cumhurbaşkanının kişiliğine karşı işlenmiş olsa da, bu suçun kamu görevlilerine hakaret suçundan ayrılarak ayrı bir suç olarak düzenlendiği, buna uygun olarak da, Cumhurbaşkanına hakaret suçunun 5237 sayılı TCK’nın; “Şerefe Karşı İşlenen Suçlar” bölümünde değil, “Millete ve Devlete Karşı Suçlar ve Son Hükümler” başlıklı Dördüncü Kısmın, “Devletin Egemenlik Alametlerine ve Organlarının Saygınlığına Karşı Suçlar” başlıklı Üçüncü Bölümünde yer aldığı, öte yandan suç oluşturan eylem, verilecek cezanın alt ve üst sınırı, cezada artırım yapılacak hal, uygulanacak artırım oranı kuralda açıkça yer aldığından kuralın belirsiz olduğundan da söz edilemeyeceği, itiraz konusu kuralın, ifade özgürlüğüne yönelik olarak getirdiği söz konusu sınırlamanın, başkasının şöhret veya haklarının korunması ile kamu düzeninin korunmasını sağlamak amacıyla getirilmiş olup demokratik toplum düzeni bakımından alınması gereken tedbirler kapsamında olduğu, kuralın (3) numaralı fıkrasındaki düzenleme ile söz konusu suçtan dolayı kovuşturma yapılması Adalet Bakanının iznine bağlı tutulduğu, Adalet Bakanına tanınan bu yetkinin, yargısal değerlendirmeden ziyade Devlet ve toplum yararı açısından bir takdir yetkisinin kullanılması kapsamında olup bu suçu işlediği iddia edilenler açısından da bir güvence teşkil ettiği, bu nedenlerle 26.9.2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 299. maddesinin Anayasa’ya aykırı olmadığı tespit edilmiştir.